22 Şubat 2011 Salı

İSTİKLAL MARŞI ÜZERİNE BİR DENEME

Milli marşlar milletler için önemli bir değerdir.Önemli günlerde milletçe beraber kutladığımız bayramlarda marşımızı büyük bir saygı ile okuruz.Marşımıza kısa bir bakış,değerini anlamamıza fayda verecektir.
Mustafa  Kemal önderliğinde 19 mayıs 1919 da başlayan Milli Mücadele büyük bir çalışmayla devam etmiş, kongre ve genelgeler sonrası 23 Nisan 1920’de Meclis açılmış, düzenli ordu kurulmuş, dağınık Kuvayi Milliye birlikleri tek çatı altına alınarak millet egemenliği ile tam bağımsızlık yolunda mücadele verilmiştir.Bu mücadele fakirlikle,yoklukla,İtilaf Devletleri’nin koymuş olduğu ambargo ile zorlukla yürütülmüştür.Türk Milleti’nin yapmış olduğu büyük fedakarlıklar,Türk askerinin canını siper ederek taarruz edişi bazen savunmaya geçişi ile başarıya ulaşılmıştır.
Dünyada eşi benzeri görülmemiş bir düşman yığını ile  Padişah ve zevatının türlü ihaneti ile uğraşmış aynı zamanda işgallere boyun eğmemiş milletin namusu,haysiyet ve şerefini, bağımsızlığını çiğnetmemiştir.
Bu Milli Mücadele esnasında Ankara’nın dibine dek gelen, Polatlı’dan duyulan düşmanın top sesleri milli heyecanı kabartmış bir ölüm-kalım savaşında adeta kendi canlarını, kadın- erkek ,genç- yaşlı demeden adeta milli egemenliğe, bağımsızlığa siper etmişlerdir.
Bu zorlu mücadelede Mehmet Akif gerek dergi yazıları gerekse de meclis vekilliği ile bu zor günlere tanık olmuştur.M. Kemal Paşa’nın önderliğindeki bu maneviyatı yüksek mücadele, maddi imkansızlıklar ve fiziki bütün zorluklara karşı ,taarruz ile başarıyla sonuçlanmıştır.Bu süreç içinde düşman askerleri ve çeteler halkın namusuna, canına göz dikmiş ve millete zarar vermiştir.Türk askerinin taarruz sonrası şehre girişlerini aylardır okunmayan ezanla ,içten içe dökmüş oldukları gözyaşı ile karşılayan millet o ateş çemberini kırmak için hem askerine hem de Meclis’ine sahip çıkmıştır.
Birçok tarihçi ve düşünürün eşi benzeri görülmemiş bir mücadele örneği dediği bu Milli davayı Meclis çerçevesinde milletle beraber götüren Mustafa Kemal Paşa  milletin kötü talihini değiştirmiş yeni bir yazgı yazmıştır.Esir olan tüm milletlere de örnek olan bu mücadele dünya siyaset tarihine yön vermiştir.
Mehmet Akif Ersoy Milli Mücadele öncesi de Berlin’de Çanakkale  Savaşı’nı gelenlere sorup milletin kötü bir felakete uğramasından korkarak çok kere ağlamıştır.Milli Mücadele döneminde yazılarıyla çalışmalarıyla o ateş çemberindeki günleri yakından takip etmiş ve yaşamıştır.
Mehmet Akif açılan yarışmanın para ödlüllü olduğunu duyunca katılmamış ama Hamdullah Suphi Tanrıöver’in ikna etmesiyle ödülü almayacağını belirterek katılmış 724 şiirden birinci seçilen şiir Milli Marş olarak kabul edilmiştir.Akif bu ödülü reddettiği zamanda üstünde bir ikinci elbise yoktu.Sadece O mu?Milli Mücadele dönemi vekilleri yokluk ve fakirlik içinde davaya sahip çıkmış,aynı odalarda beraber kalmışlar aylıklarını birçok kez almamışlardır.Milletçe yürütülen bu haklı davada herkes üzerine düşeni yerine getirmiştir.
Akif şiirde lirizmi en ustalıkla kullanmış, bağımsız medeni dünyada hak ettiği yeri almış, milli egemenliği sağlamış bir ülke olsun diye canını veren şehitleri düşünerek yazmıştır.
Marş o günü yaşayanlar için çok daha anlamlıdır.Pencere demirlerini söküp süngü yapılsın diye getiren,cepheye yüzlerce km kağnı yolunu yürüyerek cephane taşıyan ,yeri geldiğinde ateş hattında erkeklere su,yemek vererek canını feda eden kadınları erkekleri nasıl unutabiliriz?O günleri böyle bir gerçeklikle yaşayanlar bunu unutabilir mi?Nitekim marş Meclis’te defalarca okunmuş ayakta alkışlanmış gözyaşlarıyla tekrar tekrar okunmuştur.Akif şiiri kendisinin kabul etmeyip “Kahraman Türk Ordusu’na” diyerek ithaf etmiş ve kitaplarının hiçbirine almamıştır.
İstiklal Marşı’nın sözlerinin yüreklerimiz için daha anlamlı olması için o İstiklal Yolu’nda yürümek Polatlı’da,Afyon’da,Sakarya’da yatan şehitlere ses vermek o tepelerde rüzgarı dinlemek gerek.

16 Şubat 2011 Çarşamba

Yuvarlak yüzü,kısa saçları,masumca,merakla,tedirginlikle hayata bakan gözleriyle karşımda.Ayakları vücudunu taşıyamayacak eğreltide,üzerinde dapdar duran,eski,kirli okul ceketi...Kolları bilek hizasının da üstünde ancak yeten,sorulan suallere ağız kıpırtısıyla cevap veren,eskimiş,kirli,ufakca ayaklarını ileri geri oynatarak,kah sınıfın tabanına kah tavana bakarak bir şeyler düşünen bu öğrenci bende hiçbir duygu oluşturmuyordu.
Kendi halinin üzerine daha çok çalışması,gayretiyle dikkatimi çekmesi gereken bu öğrenciye uzun uzadıya nasihat ediyor,kitaplıktan verdiğim kitapları okumasını öğütlüyordum.
Köyde kiminle yaşadığını bilmediğim bu öğrenci belki ailesinden çok uzaktaydı.Bunu uzun uzun tahmin eden,sınıfta birkaç öğrencinin bile eğitime devam etmeyeceğini duyduğumda beni hayrete düşüren bu sınıfta hiç olmazsa meslek kazanmaları tavsiyesinde bulunuyordum.Sözlerimi dinlermiş gibi görünseler de kaderleri onları taşkın bir nehir gibi sürükleyecekti.
Sınıflarda daima disiplinle çalışmalarını salık veriyor,can kulağıyla dersleri dinlemelerini gerektiğinde soru sormalarını,önce kendileri için sonra ülke için iyi bir vatandaş olmalarını uzun uzun söylüyordum.Büyük bir heyecanla dersler devam ederken,dağınıklık,savsata kudretimi bitiriyordu.
Hayatta her şeyin değişeceği hükmümü kendi kafamda silmiştim.Hiçbir şey değişmiyor sonsuz tekrarların içinde eriyip yitiyorduk.Aklımızda sadece küçük fotoğraf kareleri gibi kalan yaşamdan soluk veya tatlı anılar yaşıyordu.
Bir şeyin her şeyi değiştirebileceğine az da olsa düşünüyorum:Eğitim.Hayatta tek bir şey için en büyük fedakarlıklar yapılmalıydı.Uzun uzadıya emek vermek,alın teri dökmek,gerekirse bin defa çalışmak hiç yorulmamak gerekirdi.
Belki değişmeyeceğini düşündüğüm şeyler o zaman bir anda değişiverirdi.Şimdi o öğrenciyi her gördüğümde "acaba?" sorusunu düşünüyorum.

5 Aralık 2010 Pazar

Charles Baudelaıre'nin kısa bir yazısını alıntılayacağım:
"Yaşam kavgalarıyla yoğrulmuş bir ruh için tatlıdır liman.Gökyüzünün genişliği,bulutların oynak mimarisi,denizin değişen rengi,fenerlerin ışığı gözlerin asla bakmaktan yorulmayacağı,gözleri eğlendiren eşsiz bir prizmadır.Gemilerden çıkıp geminin tüm donanımlarında yansıyan şekiller,çalkantının uyumlu mühürler vurduğu şekiller ruhta ritim ve güzellik zevkinin sürdürülmesini sağlar.Hem meraksız ve tutkusuz insan için de gizemli,soylu başka bir zevki de var,seyretme zevkidir bu.Her yanı görebilecek bir köşeye uzanıp, ya da bir dalgakıran üstünde dirseklerini dayayıp,tüm gelip gidenlerin,yüreğinde hala isteme gücü,yolculuk etme ya da zengin olma gücü bulunanların koşturup durmalarını seyretmek zevkidir bu."(Liman)

13 Kasım 2010 Cumartesi

Bir uçurtmam vardı
uçurdum
yeşil tepelerin ardında
koştum da durdum

Bir rüzgar
soğuk,sert bir rüzgar
uçurtmamı ben yaptım
uzaklara uçtu,iplerini saldım

Ağır bir gözyaşı,önce ellerime
sonra toprağa
uçurtmam uzaklarda
kararan gökyüzü uçurtmamı aldı
çocukluğum bir perdenin ardında kaldı

Güneş açmaz,kuş uçmaz bir ova
ortasında bir çocuk
elleri bomboş,ayakları yorgun
koştum
uçurtmamın ardında hayallerimi uçurdum

9 Kasım 2010 Salı

ADAM OLMAK

http://www.youtube.com/watch?v=lB4RVIfleKQ
Çevrende herkes şaşırsa,
Bunu da senden bilse,
Sen aklı başında kalabilirsen eğer,
Herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır,
Hem kendine güvenirsen eğer,
Bekleyebilirsen usanmadan,
Yalanla karşılık vermezsen yalana,
Kendini evliya sanmadan
Kin tutmayabilirsen kin tutana,
Düşlere kapılmadan düş kurabilir,
Yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer,
Ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir,
İkisine de vermeyebilirsen değer,
Söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz,
Kandırabilir diye safları, dert edinmezsen,
Ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz,
Koyulabilirsen işe yeniden,
Döküp ortaya varını yoğunu,
Bir yazı turada yitirsen bile
Yitirdiklerini dolamaksızın dile
Baştan tutabilirsen yolunu
Yüreğine, sinirine dayan diyecek
Direncinden başka bir şeyin kalmasa da,
Herkesin bırakıp gittiği noktada,
Sen dayanabilirsen tek
Herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen,
Unutmayabilirsen halkı, krallarla gezerken
Dost da düşman da incitmezse seni
Ne küçümser ne büyültürsen çevreni
Her saatin her dakikasına
Emeğini katarsan hakçasına
Her şeyi ile dünya önüne serilir
Üstelik oğlum, adam oldun demektir...

Rudyard Kipling'in bu şiirini Bülent Ecevit yıllar önce çevirmiş.Ben de bir vesile ile bu şiiri dinlemiş,okumuştum.İnsan, hayatı boyunca zor dönemlerden geçtiği oluyor.Zor dönem olmasa da karar vermesi gereken anlar oluyor.Bu zamanlarda düşünüp düşünüp bazı yerlere takılı kalabiliyor.Aşamadığımız duvarlar,engeller,kaderin ördüğü işler,ne dersek diyelim hep başımızda düşünceler...Bazen ağır bazen hafif bazen de görmezden geldiğimiz şeyler...
Bu şiiri bugün aklıma getirip okumam güzel oldu.Aynen bu şiirde hissettiğim duygu gibi her şey ve herkes tam karşımda duruyor.İstediğim işler hayatımın en güzel yıllarını hayallerle belki de ümitle,umutla süslediğim işler yarım kalıyor,yıkılıyor,sekteye uğruyor.İşte bu anda şunu düşünüyorum.Yılacak mıyım?Açtığım sayfaları kapatacak mıyım?Yoksa başka bir çok planı gerçekleştirmek için biraz daha büyük cesaretle dünden daha fazla azim ve kararlılıkla aynı işe baştan başlıyormuş gibi heyacan ile devam edecek miyim?
İnsanların yıkıldığım dediği anlarda aldıkları doğru kararların onlar için faydalı olduğunu düşünürüm.Aslında o kararlar anlık değildir, öncesi ve sonrası vardır.Düşünülmüştür, beynin bir kenarında bir anda, alınması ucuz bir çözüm yolu olduğunu göstermez.İşte böyle bakınca kendime cevabı veriyorum.Yeniden yeni başlıyormuş gibi geçmişi hatırlamadan etrafımdakilerin, en öncesinde zihnimin bir kenarında kalan o ters düşüncenin bile tesirine bakmadan aldığım kararın arkasında durmalıyım.
Adam olmak herhalde bu.Neye göre daha doğru bir karar önermeleri aslında insanın kendisine bağlı değil mi?Büyük bir azimle işe koyulduğu potansiyelin gerçekleşmesi için yeniden emek sarf etmesi,onu var etmesi değil mi?
Ben kendimi tanıyorum.Hayatımın bazı virajları hep böyle kritik ve belki de cesur alınan kararların sayesinde başarıyla atlanmıştır.Yine o dönemeçlerden birindeyim.Düşündüğüm söyleyemediğim birçok şeyi hesap etmediklerini düşünüyorum.Onların suçu değil...
Ağaçlar bile yapraklarını döküyor.Benim haklı sebeplerim var ama söyleyemem...

KEKLİK TÜRKÜSÜ

http://fizy.com/#s/1aiyg7
Keklik dağlarda çağlar
Yavrum diye diye ağlar
Günden güne yansa dağlar

Ağlarım ben kekliğime ley ley
Seherde öten bülbüle ey
ipeklenmiş tüyllerine
Yanaktaki benlerine ley ley
Ağlarım ben kekliğime

Keklik bizden uzaklaştı
Yolumuz sarpa dolaştı
Hünkâr Kal'asını aştı
Belki yavrusuna kavuştu

Ağlarım ben kekliğime ley ley
Seherde öten bülbüle ey
ipeklenmiş tüyllerine
Yanaktaki benlerine ley ley
Ağlarım ben kekliğime

Keklik küsme barışalım
Yuvamıza kavuşalım
Senden ötmek benden gitmek
Yolumuzda ağlaşalım

Ağlarım ben kekliğime ley ley
Seherde öten bülbüle ey
ipeklenmiş tüyllerine
Yanaktaki benlerine ley ley
Ağlarım ben kekliğime
Bu türkünün şairi Faruk Nafız Çamlıbel.Müzeyyen Senar'dan dinlenince öyle güzel gidiyor ki.Keklik Türk Edebiyatı'nda ötüşü güzel olmasından dolayı sevgiliye aşık olanlar için söylenir.Bahçede güllere konan keklik izlenirse deli deriz.Her tarafından kan aktığı halde hem öter hem de gülden ayrılmaz.Böyle bir kuşun deliliği aşkındandır.Çileye aşıktır,mihnete aşıktır.Artık sevgilinin onu dinlemesi de ona kavuşması da önemli değildir.Aşkın yüce duygusuna kaptırır kendini.
Bu türkü hüzünlüdür efendim.Rakı balık yanında efkarlı efkarlı ah ulan dedirtecek bu türkü insanı içten içe hislendirir.Yavrusundan ayrılmış,dağlarda çağıldayan,derdini diye diye ağlayan sahibini de ağlatır.Keklik yavrusuna ağlar biz ağlayan istikbalimize...
Keklik neden insanı derde salarsın diye içlenerek dinlediğim türkülerdendir tavsiye ederim.

ADAM

"Bu solgun bahçede aranılan tek şey bir sigara izmiti.Bir sigara çöpü yaşandığını ona hatırlatacaktı.Sessiz gecelerde artık kulaklar da gözler kadar arar olmuştu.Ama işte öyle uzun mevsimlerde bir ocaklığın dibine oturuvermiş bir elinde kahve diğer elinde sigara duvara dolu dolu bakan adam olmak...İşte bu zordu.
Uçsuz bucaksız vadilerin uzun yaşlı ağaçlarının dalları, yollara doğru eğilivermişti.Bu kasvet yeşili kapatıyordu.Acı sözcükler, düşüncelerin ürünü oluyor kafada başlayıp biten anıların demir ağlarıyla gündüzler geceler son buluyordu.Yağmurlar uzun süre derin vadilere uğramıyordu.İşte öyle gecelerde bir dert yorganı gibi kar vadiyi gönlü örterce örtüyordu.
Şimdi diye düşünüyor adam şimdi şuracıkta olsa da söylesem dedikleri, geçmişte söyleyemediklerini kara yazıyordu.Kara, kapkara bir yazı yazıyordu.
Belli belirsiz apartman boşlukları vadiyi dolduruyor anılar yine hatıra geliyordu.İçli içli sigara dumanları ocağın çatır çıtır yanan odunları arasında duvarlara çarpıyordu.
Yine bulut çökmüştü.Hiç kalkmayan her an hatırda olan ipsiz bir kuyuya düşmüş gibi...En son nerede bittiği düşünülen o rüyanın hangi an başlayacağını bilemeden uzakta çok uzakta beklemek...Soruların sorulması bile manasız duruyordu uzun gecelerde.Anlatılmayanları dinliyordu adam kendi kendine...
İşte dünkü gibi görünen hemen kapı eşiğinde sıcak bir tas suyun karları çözüvermesi gibi, gönlünü kendine çözen bir anılar yumağı.Kimselerin olması ya da olmamasının bir şey değiştirmeyeceği hep yanlışın, belki de gerçekliğin bıraktığı acı izi yaşıyordu.
Doğanın bile arada bir yaşama hissini çalıştırdığı bu yerlerde adam sadece ve sadece kendi içtiği sigaralarıyla artık yavaşça da başlayan öksürükleriyle meşgul ediyordu kendini.
Aslında duvardan öte tarafına bakıverse o eski günlerin hatta çocukluğunun bile bıraktığı sevinçleri tekrar yaşayacak bunun sevinciyle koşacak hatta hiç durmadan anılarını koşturacaktı.Bir yerde duruyordu her şey rüzgar bile susuyordu sigara tüttürmez ocaklıktaki ateş yakmaz oluyordu.İşte o anı düşündükçe derin bir kayboluşu yaşayıp yaşayıp gözleri doluyor sonra yeniden sigara içiyordu."