13 Kasım 2010 Cumartesi

Bir uçurtmam vardı
uçurdum
yeşil tepelerin ardında
koştum da durdum

Bir rüzgar
soğuk,sert bir rüzgar
uçurtmamı ben yaptım
uzaklara uçtu,iplerini saldım

Ağır bir gözyaşı,önce ellerime
sonra toprağa
uçurtmam uzaklarda
kararan gökyüzü uçurtmamı aldı
çocukluğum bir perdenin ardında kaldı

Güneş açmaz,kuş uçmaz bir ova
ortasında bir çocuk
elleri bomboş,ayakları yorgun
koştum
uçurtmamın ardında hayallerimi uçurdum

9 Kasım 2010 Salı

ADAM OLMAK

http://www.youtube.com/watch?v=lB4RVIfleKQ
Çevrende herkes şaşırsa,
Bunu da senden bilse,
Sen aklı başında kalabilirsen eğer,
Herkes senden kuşku duyarken hem kuşkuya yer bırakır,
Hem kendine güvenirsen eğer,
Bekleyebilirsen usanmadan,
Yalanla karşılık vermezsen yalana,
Kendini evliya sanmadan
Kin tutmayabilirsen kin tutana,
Düşlere kapılmadan düş kurabilir,
Yolunu saptırmadan düşünebilirsen eğer,
Ne kazandım diye sevinir, ne yıkıldım diye yerinir,
İkisine de vermeyebilirsen değer,
Söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz,
Kandırabilir diye safları, dert edinmezsen,
Ömür verdiğin işler bozulsa da yılmaz,
Koyulabilirsen işe yeniden,
Döküp ortaya varını yoğunu,
Bir yazı turada yitirsen bile
Yitirdiklerini dolamaksızın dile
Baştan tutabilirsen yolunu
Yüreğine, sinirine dayan diyecek
Direncinden başka bir şeyin kalmasa da,
Herkesin bırakıp gittiği noktada,
Sen dayanabilirsen tek
Herkesle düşüp kalkar erdemli kalabilirsen,
Unutmayabilirsen halkı, krallarla gezerken
Dost da düşman da incitmezse seni
Ne küçümser ne büyültürsen çevreni
Her saatin her dakikasına
Emeğini katarsan hakçasına
Her şeyi ile dünya önüne serilir
Üstelik oğlum, adam oldun demektir...

Rudyard Kipling'in bu şiirini Bülent Ecevit yıllar önce çevirmiş.Ben de bir vesile ile bu şiiri dinlemiş,okumuştum.İnsan, hayatı boyunca zor dönemlerden geçtiği oluyor.Zor dönem olmasa da karar vermesi gereken anlar oluyor.Bu zamanlarda düşünüp düşünüp bazı yerlere takılı kalabiliyor.Aşamadığımız duvarlar,engeller,kaderin ördüğü işler,ne dersek diyelim hep başımızda düşünceler...Bazen ağır bazen hafif bazen de görmezden geldiğimiz şeyler...
Bu şiiri bugün aklıma getirip okumam güzel oldu.Aynen bu şiirde hissettiğim duygu gibi her şey ve herkes tam karşımda duruyor.İstediğim işler hayatımın en güzel yıllarını hayallerle belki de ümitle,umutla süslediğim işler yarım kalıyor,yıkılıyor,sekteye uğruyor.İşte bu anda şunu düşünüyorum.Yılacak mıyım?Açtığım sayfaları kapatacak mıyım?Yoksa başka bir çok planı gerçekleştirmek için biraz daha büyük cesaretle dünden daha fazla azim ve kararlılıkla aynı işe baştan başlıyormuş gibi heyacan ile devam edecek miyim?
İnsanların yıkıldığım dediği anlarda aldıkları doğru kararların onlar için faydalı olduğunu düşünürüm.Aslında o kararlar anlık değildir, öncesi ve sonrası vardır.Düşünülmüştür, beynin bir kenarında bir anda, alınması ucuz bir çözüm yolu olduğunu göstermez.İşte böyle bakınca kendime cevabı veriyorum.Yeniden yeni başlıyormuş gibi geçmişi hatırlamadan etrafımdakilerin, en öncesinde zihnimin bir kenarında kalan o ters düşüncenin bile tesirine bakmadan aldığım kararın arkasında durmalıyım.
Adam olmak herhalde bu.Neye göre daha doğru bir karar önermeleri aslında insanın kendisine bağlı değil mi?Büyük bir azimle işe koyulduğu potansiyelin gerçekleşmesi için yeniden emek sarf etmesi,onu var etmesi değil mi?
Ben kendimi tanıyorum.Hayatımın bazı virajları hep böyle kritik ve belki de cesur alınan kararların sayesinde başarıyla atlanmıştır.Yine o dönemeçlerden birindeyim.Düşündüğüm söyleyemediğim birçok şeyi hesap etmediklerini düşünüyorum.Onların suçu değil...
Ağaçlar bile yapraklarını döküyor.Benim haklı sebeplerim var ama söyleyemem...

KEKLİK TÜRKÜSÜ

http://fizy.com/#s/1aiyg7
Keklik dağlarda çağlar
Yavrum diye diye ağlar
Günden güne yansa dağlar

Ağlarım ben kekliğime ley ley
Seherde öten bülbüle ey
ipeklenmiş tüyllerine
Yanaktaki benlerine ley ley
Ağlarım ben kekliğime

Keklik bizden uzaklaştı
Yolumuz sarpa dolaştı
Hünkâr Kal'asını aştı
Belki yavrusuna kavuştu

Ağlarım ben kekliğime ley ley
Seherde öten bülbüle ey
ipeklenmiş tüyllerine
Yanaktaki benlerine ley ley
Ağlarım ben kekliğime

Keklik küsme barışalım
Yuvamıza kavuşalım
Senden ötmek benden gitmek
Yolumuzda ağlaşalım

Ağlarım ben kekliğime ley ley
Seherde öten bülbüle ey
ipeklenmiş tüyllerine
Yanaktaki benlerine ley ley
Ağlarım ben kekliğime
Bu türkünün şairi Faruk Nafız Çamlıbel.Müzeyyen Senar'dan dinlenince öyle güzel gidiyor ki.Keklik Türk Edebiyatı'nda ötüşü güzel olmasından dolayı sevgiliye aşık olanlar için söylenir.Bahçede güllere konan keklik izlenirse deli deriz.Her tarafından kan aktığı halde hem öter hem de gülden ayrılmaz.Böyle bir kuşun deliliği aşkındandır.Çileye aşıktır,mihnete aşıktır.Artık sevgilinin onu dinlemesi de ona kavuşması da önemli değildir.Aşkın yüce duygusuna kaptırır kendini.
Bu türkü hüzünlüdür efendim.Rakı balık yanında efkarlı efkarlı ah ulan dedirtecek bu türkü insanı içten içe hislendirir.Yavrusundan ayrılmış,dağlarda çağıldayan,derdini diye diye ağlayan sahibini de ağlatır.Keklik yavrusuna ağlar biz ağlayan istikbalimize...
Keklik neden insanı derde salarsın diye içlenerek dinlediğim türkülerdendir tavsiye ederim.

ADAM

"Bu solgun bahçede aranılan tek şey bir sigara izmiti.Bir sigara çöpü yaşandığını ona hatırlatacaktı.Sessiz gecelerde artık kulaklar da gözler kadar arar olmuştu.Ama işte öyle uzun mevsimlerde bir ocaklığın dibine oturuvermiş bir elinde kahve diğer elinde sigara duvara dolu dolu bakan adam olmak...İşte bu zordu.
Uçsuz bucaksız vadilerin uzun yaşlı ağaçlarının dalları, yollara doğru eğilivermişti.Bu kasvet yeşili kapatıyordu.Acı sözcükler, düşüncelerin ürünü oluyor kafada başlayıp biten anıların demir ağlarıyla gündüzler geceler son buluyordu.Yağmurlar uzun süre derin vadilere uğramıyordu.İşte öyle gecelerde bir dert yorganı gibi kar vadiyi gönlü örterce örtüyordu.
Şimdi diye düşünüyor adam şimdi şuracıkta olsa da söylesem dedikleri, geçmişte söyleyemediklerini kara yazıyordu.Kara, kapkara bir yazı yazıyordu.
Belli belirsiz apartman boşlukları vadiyi dolduruyor anılar yine hatıra geliyordu.İçli içli sigara dumanları ocağın çatır çıtır yanan odunları arasında duvarlara çarpıyordu.
Yine bulut çökmüştü.Hiç kalkmayan her an hatırda olan ipsiz bir kuyuya düşmüş gibi...En son nerede bittiği düşünülen o rüyanın hangi an başlayacağını bilemeden uzakta çok uzakta beklemek...Soruların sorulması bile manasız duruyordu uzun gecelerde.Anlatılmayanları dinliyordu adam kendi kendine...
İşte dünkü gibi görünen hemen kapı eşiğinde sıcak bir tas suyun karları çözüvermesi gibi, gönlünü kendine çözen bir anılar yumağı.Kimselerin olması ya da olmamasının bir şey değiştirmeyeceği hep yanlışın, belki de gerçekliğin bıraktığı acı izi yaşıyordu.
Doğanın bile arada bir yaşama hissini çalıştırdığı bu yerlerde adam sadece ve sadece kendi içtiği sigaralarıyla artık yavaşça da başlayan öksürükleriyle meşgul ediyordu kendini.
Aslında duvardan öte tarafına bakıverse o eski günlerin hatta çocukluğunun bile bıraktığı sevinçleri tekrar yaşayacak bunun sevinciyle koşacak hatta hiç durmadan anılarını koşturacaktı.Bir yerde duruyordu her şey rüzgar bile susuyordu sigara tüttürmez ocaklıktaki ateş yakmaz oluyordu.İşte o anı düşündükçe derin bir kayboluşu yaşayıp yaşayıp gözleri doluyor sonra yeniden sigara içiyordu."

8 Kasım 2010 Pazartesi

KİTAP FUARLARI

Kitapla aram üniversite yıllarına kadar elime geçerse okuyan biri olarak uzaktı.Dolayısıyla kitapçılarda kitap fuarlarında taban aşındıran biri de değildim.Üniversitede Türkçe öğretmenliği bölümünde öğrenciliğe başlayınca yavaş yavaş okumaya başladım.İzmir'de Nisan aylarında her yıl Tüyap kitap fuarı düzenlenirdi,düzenleniyor da.Çok büyük indirimler olmasa da öğrenci bütçesinin elverdiği ölçüde gidip kitap alır çıkışta arkadaşlarla hamburgelerimizi güpletirdik.Kalabalıklardan sıyrılarak çıkmak zor olur hele elde poşetler tıka basa doluysa.
Yazarların gelip gitmesi şairlerin kuş bakışı gönlünü açması benim için önemli değildi.Halen de değil.Ben bir yazarın kitabının imzalamasını da önemli bulmuyorum.Yazarı teke tek sıkıştırmalı "Anlat bakalım nasıl bir ruh haliyle yazdın gerçeği söyle,odanı göster kalemlerini içtiğin sigaraları nefes aldığın balkonu." demeliyim.Çünkü eseri öyle süslü püslü laflarla anlaşılmazı zor tanımlarla anlatamazsın bana.Aşk romanıysa "Bir aşkın vardı gönlünde ya da yeniden aşık oldun;yoksa şu fakir edebiyatı yaptığın eserde babanı köyünü mü yazdın.Sen de çarıklı ayakkabılar ile tarlalarda başı kabak yalın ayak çalışmıştın değil mi?" demeliyim.
Yani yazarın şairin özeline inmeliyim.Bir hastane köşesine öylesine uğradı belki de gözlediklerini yazdı.Hayal etti apartman dairesinde uzak ülkelerdeki gençlik aşklarını....Yazarın kızdığı,sevdiği,heyecanlandığı durumları anlatması lazım bana.Yoksa nüfus yoklamasında attığı imzayı ben napıyım.Bir eseri okurken en çok kafamı ona yorarım ben.Adam bunu yazmış ama masası nasıldı?Derdi var mıydı o günlerde?Pencere önünde mi yazmıştı acaba?
Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sı.Para için yazmış vd. Ne için yazarsa yazsın eser başucu kitabı benim için.Öyle aşk var mı?Al sana dizilik bir iş.Otobüslerde,trenlerde kendilerini dünyadan atıvermiş adamlar vardır ağaçları da yoktur pabuçları da gazmsızdırlar ama ipin ucunu bir yerde bırakmışlardır acaba onlardan birini seyir etti de onu mu yazdı?
Bunlar bir okur için önemli sorulardır.Ben sorarım.Kitabı kapattığımda inanırım öyle bir aşk olduğuna öyle birinin yaşadığına gözüm dolar gönlüm uçar kızarım.İşte bunun için de şaire çay ikram edip sormak gelir içimden.
Ölmüş yazarlar ölmemeiş yazarlar fark etmez bu olanaktan yoksunum.Ancak kitapların ön kısımlarına notlarımı düşüyorum sessizce...
Peyami Safa sevdiğim yazarların ilkidir.Türk edebiyatı aslında birçok isimle dünya klasikleri arasına girecek çaptadır bana göre.Toplum olarak okumayışımız,yazarlarımızı takip etmememizden dolayı edebiyatımız kısır gibi görünüyor.Değil,böyle söyleyenlere de katılmıyorum.Sabahattin Ali,Peyami Safa,Yakup Kadri,Refik Halit Karay...daha birçok ismi nereye koyacağız.Bir Adalet Ağaoğlu da önemli isimlerdendir.Sevinç Çokum'un hikayeleri Selim İleri'nin eserleri göz ve gönül doldurmaz mı?Eksik,güdük bir edebiyatımız yoktur bizim.
Bunlardan daha önemli söyleyeceklerim var aslında.Bir Dokuzuncu Hariciye Koğuşu hastasıyım.Peyami Safa'nın eserlerindeki psikolojik tahliller,olayların nedenini,gelişimini alttan alta ruh hallerine bağlıyışı beni sarıyor esere.Seviyorum Peyami Safa'yı.Saatlerce süren zevkli okumaların ardında son sayfada buluyorum kendimi.Az daha devam etseydi diye hayıflanıyorum.Sözcükler birbirini kovalıyor,hiçbir sıra bozumu olmadan sanki onlar o sıra için meydana gelmiş gibi karakterlerin görselleşmesine yardım ediyorlar.
Dokuzuncu Hariciye Koğuşu'ndan bir kısa parçayı lisede edebiyat kitabında görmüştüm.Nedense hayatta sevmediğim şeylere daha sonra müptela olmak gibi hevesim vardır.İğreti duran şeyler kanımı ısındırır hayran olur hatta aşık olurum onlara.Ne olduğu önemli değil.İlk önce sayfalarını özensizce atladım Peyami Safa'ya da gözüm saniye kadar ilişti geçtim gitti.Üniversite yıllarında incecik bu kitabı elime aldım.Almaz olaydım.İki üç saat sonunda önemli bulduğum yerlerin altını çizerek okuduğum eserin sonunda gözlerim dolmuştu.Böyle bir eseri böyle bir yazarı daha önce okumadığıma hayıflandım hatta kızdım kendime edebiyat hocama.Neden bu parçayı işlemedik.Ne olurdu bu parçanın ana fikrini de söyleseydi yüzüstü.
Daha sonra 4-5 kez okudum.Kitaplığımın ilk sralarında halen durur.Ve her sayfası hemen hemen altı çizli cümlelerle doludur.Çok güzel bir dram filmi çekileceğini düşündüğüm bir eserdir.Zaman zaman o adı verilmeyen gencin ayak sızısı kalp ağrısıyla başımızı döndürür."Dünyanın hiçbir Nüzhet'i yalan söylememelidir." deriz.